Hayat insanı doğumundan itibaren bugünün plaza dilinde ''challange" etmeye başlar ve her bir zorlantılı yaşam olayının, sorumlululuğun, görevin ardından bizler gelişir ve daha farklı (bazen daha iyi bazen daha kötü) bir versiyonumuza selam veririz. Eksikliklerle doğan noksanlıklarla dolu yaşamını devam ettiren insan oğlu bu süreci doğru değerlendirmeye odaklanır ve önündeki engelleri aşmak için çaba sarf eder. Özellikle ergenlik, genç yetişkinlik dönemleri boyunca tecrübe edinmek eksiklikleri azaltmak ilk hedeflerimizdendir. Böylece başlarız koşturmaya, mükemmelleşmek için çabalamaya, çabaladıkça çeşitli kazanımlar elde ederek bu süreci tolere etmeye; ya da ettiğimizi zannetmeye.. Belki de günümüzde Z Kuşağına bulunulan tüm atıfların temelinde de bu var çünkü yorgunluğu istemeyen bu şekilde gelişmenin insani olmadığına inanan bir nesil söz konusu. Çeşitli perspektiflerden haklı da bulduğum bir yanı var yeni gelen genç jenerasyonun. Fakat ne yazıkki gelişimin acısız olması mümkün de değil; en azından minimal düzeyde bir sancılanmayı kabul ederek sürece başlamak önemli bu sebeple bu yeni nesil düşünme sisteminin eksiklerine de vurgu yapmayı kıymetli buluyorum. Çünkü insan yalnızca acılarla gelişmez fakat bazı hatalı durumlardan da ders çıkarmanın efektifliği göz ardı edilemez. Travma sevgisi dediğim bir mefhum var. Belki Küçük Emrah, Sezercik, Ayşecik ile büyümüş, espritüel alanımıza bile sirayet etmiş bu izlemlerin yer aldığı bir kültürde yetişmiş insanlar olmaktan belki de acılarla yoğrulan, aza tamah eden ve acılarına göğüs gerip onları sevmenin yüceltildiği, çilekeşliğin övünçlere gark edildiği hikayelerle, örneklerle hemhal olan bir toplum yapısından ötürü olumsuz yaşantıları seviyor hatta bazen bunları yüceltiyoruz. Ancak pek çok araştırmanın da bizlere sunduğu üzere travmatik yaşantılar her zaman çok efektif, çok doğru, mükemmel versiyonlarımızı ortaya çıkarmayabilir. Örneğin kendi vakalarımdan da gözlemlediğim üzere sadakatsizlik, aldatılma vb durumlarla psikolojik desteğe başvuran danışanlarımızın pek çoğunda güven problemlerinin ve güvensizlik şemasının aktive olduğunu görüyoruz. Bunlar dolayısıyla kişi bazen hayatında olumlu sonuçlar doğuracak fırsatlara, insanlara bile şüpheyle yaklaşabiliyor ya da tekrar aynı travmatik olaylardan sakınmak için kaçınma ya da sabote etme davranışı gösterebiliyor terapiye başvurmayıp farkındalığı kazanca çevirmediği sürece. Tüm bunlar yalnızca fiziksel değil zihinsel yorgunluğunda hayatımıza nasıl sirayet ettiğinin birer örnekleri aslında. Bu yüzden belki uzun saatler uyumak yine de dinlenememiş olarak uyanmak ya da kas ağrılarıyla mücadele etmek, uyuşmalar, baş ağrıları vb durumlardan fizyolojik bir problem saptanmamasına karşın muzdarip olmak belki de pek çoğumuzun aşina olduğu durumlar. Bu yüzden sizlerde bedeninize kulak verin; ben yoruldum dediği anda onu dinleyin ve yavaşça ihtiyacı olan şefkati, ilgiyi, tedaviyi ona sunmaktan geri durmayın. Haydi şimdi fark edin, sizin bedeniniz en son ne zaman ben yoruldum dedi?
YASAL UYARI! Sitemiz hizmet ile ilgili konularda bilgilendirme amaçlı tanıtım ve ilan kapsamında hazırlanmıştır. Bilgiler bir doktorun tanı veya muayenesi yerine geçmez. Hastalığınız hakkında muhakkak doktorunuza danışınız.